BAŞKANDAN:
COVİD-19’LA NASIL BİR MÜCADELE?
Değerli Meslektaşlarım,
Olağanüstü durumlarda olağanüstü tepkilerin gayet normal olduğu kanaatindeyim. Bir bilinmezliğin içindeyiz, ne zaman biteceğini öngöremediğimiz bir kâbus yaşamaktayız. Birbirimizle dayanışmaya ihtiyacımız var, elbette tüm eczacı meslektaşlarım da Meslek Birliğini yanında görmek, daha da önemlisi her şeyin kontrol altında olduğunu bilmek istiyor.
Maalesef, COVID-19 pandemisini dünya kontrol edemiyor, biz eczacılar da çok uzun süredir şahit olunmayan böyle bir pandemi karşısında pek çokları gibi (sağlık meslek örgütleri, hükümetler, hatta Dünya Sağlık Örgütü dahil olmak üzere) yeni deneyim kazanıyoruz. Ancak, Türkiye’deki ve hatta dünyadaki pek çok meslek örgütünden daha önce COVID-19 salgını ile ilgili tepki vermeye başladığımızı da gönül rahatlığıyla ifade etmeliyim.
Sadece eczacıların değil, tüm kamuoyunun COVID-19 ile ilgili geldiğimiz nokta itibariyle daha derin bir bakış açısı tartışmasına ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. O nedenle, bu tartışmaya eczacılık alanı içinde de erken, eksik ya da hatalı olma riski taşısa da bir yerden başlamak elzem.
Aşağıda temel tespitlerimi madde madde sıralamaya çalışacağım:
“BULAŞICI HASTALIKLAR GERİ KALMIŞ ÜLKELERİN SORUNUDUR” EFSANESİ RESMEN SONA ERMİŞTİR
“Gelişmiş” ülkelerin sağlık sistemleri bir noktadan sonra, bulaşıcı olmayan hastalıkların tedavisine odaklanmıştı. Bulaşıcı hastalıklar üçüncü dünyanın bir sorunu olarak görülmeye başlanmıştı. Ancak bir yandan bulaşıcı olmayan hastalıklar artarken 21’inci yüzyılın başında yeni pandemiler görülmeye başlandı. İlk koronavirüs olan SARS, 2002-2003’te Asya ve Kanada’da görülmüş ve 779 kişinin ölümüne neden olmuştu. 2012’de ortaya çıkan bir başka Koronavirüs olan MERS binlerce insan öldürdü. 2009 Domuz Gribi (H1N1) Pandemisinde ise 14.286 kişiyi kaybettik. Bu tablo gösteriyor ki koruyucu sağlığa yetersiz yatırım nedeniyle tedavisi olduğu halde önlenemeyen bulaşıcı hastalıklar hâlâ ölümle sonuçlanan korkunç sonuçlar yarattı. Sadece 2016 yılında çoğunluğu tropikal Afrika’da olmak üzere, sıtma nedeniyle 440 bin, tüberküloz nedeniyle de 1.6 milyon insan hayatını kaybetti. Şimdi de dünyamızı değiştirmesi çok muhtemel olan COVID-19 ile pandemiler yeni bir noktaya tırmanmış bulunuyor. Risk değerlendirmeleri yapan tüm uzmanlar, salgınların artarak devam edeceğini düşünüyor. Bir yandan humma, kolera, sıtma gibi hastalıklar devam ederken, diğer yandan da yeni virüslerle tanışıyoruz.
SAĞLIK ÇALIŞANLARININ YÜKÜ ARTIYOR
Sağlık sistemi maalesef sağlık çalışanlarının aşırı sömürüsü üzerine kurulu durumda. Hepimiz bu sürecin birinci dereceden tanığı ve mağduruyuz. Bulaşıcı olmayan hastalık yükü artarken bulaşıcı hastalıkların yükü de tedirgin edici bir şekilde artma eğilimi gösteriyor. Sağlık çalışanları ise çoğunlukla yetersiz bir altyapı içerisinde gerekli eğitimi ve donanım desteğini almadan, bu hastalıklarla baş başa bırakılıyor. Diğer yandan hem sosyal hem de ekonomik olarak ciddi bir darboğazın içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
SAĞLIK SİSTEMİNİN ALTYAPISI İHTİYACI KARŞILAMIYOR
Dünyada sağlık sistemleri, küresek acil durumlar üzerine kurulu değil, nüfusun sadece küçük bir oranını kapsayan, ağırlıklı olarak akut-kronik sorunların ayaktan tedavisi üzerine kurulu. O nedenle kişi başına düşen yatak sayısı da yoğun bakım yatağı sayısı da böyle bir pandemi karşısında oldukça yetersiz kalıyor. Aynı zamanda enfeksiyon hastalıkları başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklarla uğraşan diğer uzmanlık alanları ile tedaviye yönelik yaklaşımları geliştirecek olan uzmanların sayısı yetersiz ve eğitimleri de çoğunlukla bu alana yönelik değil.
COVID-19 YENİ VE BÜYÜK BİR YÜKTÜR
COVID-19 (SARS-COV-2)’ü 2019 yılı Aralık ayı sonundan bu yana tüm Dünya takip ediyor. Ancak başta DSÖ olmak üzere, maalesef hem uluslararası kuruluşların hem de hükümetlerin geç refleks vermeleri olgusu ile karşı karşıya kaldık. Şu anki durum, aşısı geliştirilinceye kadar bu virüsün yayılımının en aza indirgenmesine yönelik alınan önlemleri içermektedir. Buradan virüsle enfekte olan herkesin çok ağır hasta olacağı ya da öleceği anlamı çıkarılmamalıdır. Ancak immün sistemi zayıf olan kişilerin özellikle yaşlıların ve kronik hastaların korunması elzemdir. Vakaların bakımı ve izolasyonu bu yükü kaldıramayacak olan sağlık sistemleri söz konusu olduğunda çok ağır sonuçlar yaratmaktadır. Örneğin DSÖ verilerine göre, 29 Mart itibariyle, İtalya’da vaka sayısı 98 bin civarında iken, ölü sayısı 10.779’a ulaşmıştır. İspanya’da vaka sayısı 78 bin, ölü sayısı 5 binken, Almanya’da vaka sayısı 54.000, ölü sayısı ise 397’dir. Bu durum, özellikle acil sağlık sistemine yapılan yatırımın belirleyiciliğini, sağlık çalışanlarının eğitim, hastaların sağlık okuryazarlığı düzeyini, hükümetlerin aldığı önlemlerin ciddiyetini göstermektedir.
VİRÜS EŞİTSİZ YAYILMIYOR, AMA EŞİTSİZLİĞİ GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR
Bu noktada ifade etmek gerekir ki, virüs bulaşacağı kişileri seçmiyorsa da daha büyük etki bırakacağı kişileri seçmektedir. İmmun sistem yetersizliği, çok çeşitli kronik hastalıklar, kanser öyküsü vb. gibi sebeplerle olabileceği gibi, yaşlandıkça da daha fazla ortaya çıkmakta, özellikle çocukluk çağında yetersiz beslenen nüfus kesimlerinde de ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Bir başka deyişle, bu virüsün sonuçlarından en fazla zarar görenler de kronik hastalar, yaşlılarla birlikte yoksullar olmaktadır. Ayrıca bu kişilerin tedavi olanaklarına erişimi özellikle ABD gibi bazı ülkelerde kapsayıcı / evrensel sigorta sistemleri yoksa, bireysel ya da maddi nedenlerle daha güç olmaktadır.
Ülkeler düzeyinde değerlendirdiğimizde de, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi sıralaması ile virüsün kontrol altına alınması arasında neredeyse birebir bir ilişki söz konusudur. Eğitim, sağlık ve ücretler bileşenlerinin değerlendirildiği İnsani Gelişme Endeksi, virüsle mücadelenin daha fazla sağlık altyapısı, daha fazla sağlık okuryazarlığı ve daha sağlıklı olmak için yeterli ücret alınması gerektiğini de net bir biçimde ortaya koymaktadır.
KORONA İLE MÜCADELEDE BİRİNCİ DERECEDE ÖNEMLİ OLAN ŞEY TESTTİR
Dünya Sağlık Örgütü, COVID-19 ile mücadelede en önemli şeyin test olduğunu ileri sürüyor. Aynı zamanda eylem planlarında da bu testin nasıl yapılacağını vurguluyor. Şu ana kadar COVID-19 testi, hastane ve laboratuvar ortamında ağız ya da burun mukozasında virüsün RNA’sını araştırmaya dayalı RT-PCR testleri idi. Bu testlerin son derece güvenli olduğu kabul edilmekte. Ancak sonuç almanın uzun sürmesi (en az iki saat) ve hastanelere yeni bir yük haline gelmesi nedeniyle, tüm benzer durumlarda olduğu gibi yeni, hızlı testlerin üretilmesi konusunda tüm dünyada yoğun bir çaba sürmekte. Bu kapsamda bazı seroloji testlerinin üretilmesi de gündeme gelmiş durumda.
Özellikle virüs pozitif, bazı kişilerde semptoma neden olmadığı için, asemptomatik ve mevcut pozitif vakalarla teması olmuş kişilere test yapılması ayrıca önemli görünüyor.
Türkiye’de var olan test kitleri ile günlük olarak yapılabilen test sayısı ise son derece sınırlı. 28 Mart itibariyle 55.464 kişiye test yapılmış durumdadır. Günlük test sayısı ise 7641’e ulaşmıştır (Sayılar için Sağlık Bakanlığı’nın covid19.saglik.gov.tr adresini takip edebilirsiniz).
Harvard Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, bir yıl içinde koronavirüsü kontrol etmek için semptom gösteren hastaların en az % 80'inin ortaya çıkan semptomlardan sonraki bir gün içinde test edilmiş ve izole edilmiş olması gerekmektedir. Ancak şu anda uygulanan testin gerektirdiği altyapı yoksunluğu nedeni ile, tüm dünya bu hedefin çok uzağındadır. Bu nedenle, COVID-19’un kontrol altına alınması için hızlı tanı kitlerinin geliştirilmesi birinci derecede önemli görünmektedir. Nitekim, sonuçlanmış vakalarda ölüm oranları yüzde 10’dan daha düşük olan ülkeler, Almanya (yüzde 6), Çin (yüzde 4) ve Güney Kore (yüzde 3), dünya ortalaması olan yüzde 17’nin radikal biçimde altında ise, bunun nedeni, her şeyden önce daha çok test yapmalarıdır.
HER TEST GÜVENİLİR OLMAYABİLİR
Şu anda üretilmekte olan ve laboratuvar işlemlerini azaltması, dolayısıyla sonuç alma süresini de azaltması beklenen çok farklı ülkeler menşeli çok farklı sayıda hızlı tanı kitleri söz konusudur. Bir yandan bu üretim devam ederken bir yandan da bu testlerin güvenilirliği ile ilgili olarak çok ciddi bir tartışma başlamış durumdadır. Örneğin, 27.03.2020 tarihli gazetelerde İspanya’nın Çin’den aldığı hızlı tanı kitlerini güvensiz bulduğu için geri iade ettiği haberi yer almaktadır. Uluslararası acil duruma yanıt olarak geliştirildikleri için, bu testlerin normal süreçleri izleme zorunluluğu da epeyce azaltılmıştır. Ancak bu testlerin geçerliliği / güvenilirliği böyle bir dönemde özellikle önem kazanmaktadır. Örneğin, testin söylendiği gibi yanlış-negatif sonuç vermesi bir virüs taşıyıcısının büyük bir rahatlıkla diğer kişilere bulaştırması ve virüsün bulaşıcılığının kontrolsüzce devam etmesi anlamına gelecektir. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü de bu yaklaşımla, henüz hiçbir hızlı tanı testini onaylamış değildir. Aynı biçimde, bu konu özelinde yaptığımız yazışmalar kapsamında Uluslararası Eczacılık Federasyonu da bu testlerin güvenilirliği konusunda uyarılarda bulunmuştur. O nedenle, var olan test yönteminin hızlandırılması veyahut güvenilirliği % 100’e yakın yeni bir hızlı tanı testi bulunması umudunu taşımak durumundayız.
AŞI VE İLAÇ LAZIM
Şu ana kadar 29 etken madde için klinik çalışmalar sürdürülmektedir (https://covid19.tubitak.gov.tr/klinik-calismalar) ancak bunların herhangi birinin COVID-19’u iyileştirdiğine dair bilimsel kanıt, henüz elde edilmiş değildir.
Türkiye’de de COVID-19 ile ilgili Bilim Kurulu tarafından kabul edilmiş bazı tedavi protokolleri mevcuttur ve güncellenerek Sağlık Bakanlığı web sitesinden yayınlanmaktadır. COVID-19 ile mücadelede birinci faktör, korunma; ikinci faktör ise tedavidir. Bu nedenle, DSÖ tarafından görevlendirilen firmaların önümüzdeki bir yıl içinde aşıyı geliştirmiş olacaklarını bilmek, büyük bir güvence olmakla birlikte sorunun çok daha kısa vadede çözülmesi için ilaçlarla ilgili çalışmaların bir an önce sonlandırılmasını dilemekteyiz.
Ayrıca bu süreç bize yerli ilaç ve aşı geliştirme noktasında ne kadar çok çalışma yapmamız gerektiğini de bir kez daha göstermiştir.
SAĞLIK ÇALIŞANLARININ ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKİR
Sağlık çalışanları COVID-19 ile mücadelenin en ön cephesindedir. Bu nedenle de enfeksiyon riski en yüksek gruptur. Patojen maruziyeti, uzun çalışma saatleri, psikolojik stres, aşırı yorgunluk, mesleki tükenmişlik, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalma, bu dönemde sağlık çalışanları açısından son derece yüksek bir seviyeye çıkmış görünmektedir.
Bu nedenle sağlık çalışanlarının ve onların içinde farklı grupların mutlaka risk değerlendirmesinin yapılması, iş sağlığı ve güvenliği bağlamındaki özel önlemlerin bir an önce alınması gerekir. Kişisel koruyucu ekipmanların devlet tarafından dağıtılması, yenilenmesi, ekipman kullanımı konusunda eğitim verilmesi ve ekipmanın uygun şekilde imhasının sağlanması şarttır. Sağlık çalışanlarının çalışma saatlerinin mümkün olduğunca kısa tutulması, yeni sağlık çalışanlarının istihdam edilmesi için yollar bulunarak sağlık çalışanlarının maksimum seviyede korunması, bu virüsle uzun vadeye yayılacak bir mücadelenin kazanılması açısından da birinci önceliktir.
ECZACILARIN TALEPLERİ ŞUNLARDIR
Türk Eczacıları Birliği, eczacıların taleplerini sosyal medyadan, yazılan dilekçelerden ve diğer araçlardan takip etmektedir. Öncelikle öne çıkanlar şunlardır:
TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ’NDEN ve ECZACI ODALARINDAN BEKLENTİLER
TİTCK’DAN BEKLENTİLER
SGK’DAN BEKLENTİLER
TEB’İN YAPTIKLARI ŞUNLARDIR
TEB, COVID-19 ile mücadele kapsamında bugüne kadar:
(Bunların hepsine TEB web sitesi ve sosyal medya hesaplarından ulaşabilirsiniz)
Bunların yanı sıra;
ECZACILAR BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK ÇALIŞANLARIDIR
Eczacılar, birinci basamak sağlık çalışanlarıdır. Bu bağlamda ilaçların güvenli bir biçimde hastaya ulaştırılmasını sağlamak ve bu süreci izlemekten çok daha fazlasını yapmaktayız. İlaç kullanımının optimizasyonunun yanı sıra, halk sağlığını koruma faaliyetlerinin de merkezindeyiz. Bu konuda teknoloji, mevzuat değişikliklerine, ek becerilerin daha da geliştirilmesine ihtiyacımız olduğu kesindir. Ancak, mümkün olan en sorumlu biçimde bu görevi yerine getirdiğimizi göstermek de sağlık çalışanı olarak görevimiz, halk sağlığını ve eczacılığı ileriye taşıyacak bir noktadır.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Dünyamız, artan bir pandemi olgusu ile karşı karşıya. Sağlık sistemlerimiz bu pandemileri karşılamakta yetersiz, çünkü özellikle gelişmiş olduğu varsayılan ülkelerde sağlık sistemlerinin temeli bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye dayanmıyor. Dolayısıyla bu mücadelede temel yük, çoğunlukla bu konuda eğitim ve donanımı da eksik bırakılmış olan sağlık personeline, birinci basamak sağlık çalışanlarına düşüyor. Eczacılar da bu grubun içinde yer alıyor. Kişisel koruyucu ekipmandan eğitime, özel koruma önlemlerine kadar, tüm sağlık çalışanlarının karşı karşıya olduğu riskin minimize edilmesine yönelik önlemler alınması gerekiyor.
Ancak bunların da ötesinde, koruma ve önleme çalışmalarının artırılması, sağlık hizmetinin bulaşıcı hastalıklara yönelik acil eylem planlarını daha önceden hazırlaması, tedarikleri sağlamayı daha uzun vadeli olarak planlaması, bu hizmetten herkesin eşit biçimde yararlanacağı şekilde dağıtılması, özetle sağlık hizmetlerinin yeniden yapılandırılması; bunun içinde de bu virüsle en ön saflarda hayatını riske atarak mücadele eden sağlık çalışanlarının yaşam hakkının en üst düzeyde korunması elzemdir.
Ecz.Erdoğan ÇOLAK
Türk Eczacıları Birliği Başkanı
31.03.2020